tui lucent oculi
sicut solis radii
sicut splendor fulguris
lucem donat tenebris*
Puslu Kıtalar Atlası “bir gün okuyacağım” diye pek de samimi olmayan bir şekilde okumayı belirsiz bir tarihe ertelediğim kitaplardan biriydi. Yaklaşık 10 yıl süren bu erteleyişin sonlanmasını -evet bildiniz!- google reklamları hazretlerine borçluyum.
Puslu Kıtalar Atlası’nın hikayesi ve kurgusunu beğenmekle birlikte yazarının masalsı anlatım tarzının çok hoşuma gittiğini söylemeliyim. Fantastik sayılabilecek bir romanın bu masalsı uslubu, çocukluğumda banaannemin anlattığı gerilimli köy masallarını anımsattı bana. (Elbette babaannemin kendi anneannesinden dinlediği bu masallar İhsan Oktay Anar’ın edebi anlatımından ve felsefi derinliğinden yoksundu veya o yaşlarda ben bir masalın varsa bir alt metni veya felsefesi, anlayamayacak kadar küçük ve cahildim:)
İçerik verisi uyarısı!
Kitabın ismi bende bir yolculuk, keşif, gizem avcılığı macerası okuyacağımı düşündürmüştü. Arap İhsan ve Bünyamin’le uzak diyarlara zorlu ve masalsı bir yolculuk bana daha cazip gelirdi. Arap İhsan’ın gemisiyle denize açılmak, büyülü topraklar keşfetmek. Belki çocukluğumda beni çok etkileyen bir Gulliver’in Serüvenleri benzeri bir hikayenin açlığını yaşıyordum. Bunun yerine Puslu Kıtalar Atlası, çok uzak diyarlardan hikayeler ile beslense de coğrafik olarak çok uzağa götürmüyor bizi. Fakat bu ufkumuzun dar olduğu anlamına gelmiyor kesinlikle! Üç maceracı İhsan’ın peşinden dalıyoruz maceraya, belki Arap İhsan’la fazla uğraşa katılamıyoruz ama Uzun İhsan Efendi’nin düşleri, yazar İhsan Beyin retoriğiyle birleşince akıveriyoruz düşle gerçeğin sarılıp sarmalandığı, sınırlarının puslar içinde belirsizleştiği gizemli bir yolculuğa. Bu akış süresince öyle aforizmalar, felsefi göndermeler, sorgulamalar beklenmedik bir anda gafil avladılar ki beni; bulunduğum sayfaların arasına parmağımı koyup ara vermeme, kısacık bir paragraf üzerinde uzun uzun düşünmeme neden oldular. Kuşkusuz, bu felsefi dokunuşlar rastgele ya da iş olsun diye değildi. Romanın fantastik ve masalsı dokusunun ortaya çıkmasını, bu felsefi alt yapının, sorgulama ve önermelerin hikayedeki düş ve gerçekliğin sınırlarını belirsizleştirmesinin sağladığını söylemek yanlış olmaz. Eğer bunları da tahlile kalkar, şerh etme cüretinde bulunursam, başka okumalar da yapmak ve çok daha uzun bir metin kaleme almak durumunda kalacağımdan (ve bunun için bu sıralar fazla tembel olduğumdan) burada bırakıyorum. Yazarın diğer eserlerini de “bir gün okuyacağım” 🙂
* Google çeviri yardımı ile yaklaşık bir çevirisi:
Gözlerin güneşin ışınları gibi parlak
şimşek gibi aydınlatıyorlar karanlığı
çakmak çakmak