3.3
(3)

Yine google reklamlarının gözüme sokmak suretiyle bana adeta zorla aldırdığı (işin subliminali falan kalmadı artık, alenen taciz ediliyoruz:) bir diğer kitap Gece Yarısı Kütüphanesi’ni bitirmiş bulunuyorum.

Hemen “ambalajından” başlayarak kitapla ilgili ahkamıma başlamak istiyorum. Kapağının tepesine çakılmış “42 dile çevrilen bir çoksatan” övgüsü ilk göze çarpan şey. Hemen sağ alt bölümde de “GOOD READS YILIN EN İYİ ROMANI 2020” brövesi(!) yer almakta. Kapaklarında ve giriş kısmında kitaba ilişkin övgüler ve yağlamalar dolu kitapların niteliğinden hep kuşku duymuşumdur, gerçekten okuyucusunu etkileme gücüne sahip bir eserin bu tarz reklamlara ihtiyacı olmadığını düşünürüm. Bu tarz ballandırmalar genelde okuyucuların dikkatini çekme ve satışını sağlama yönünde bir pazarlama oyunundan ibarettir. Kitabın çok satıldığı çünkü harika bir eser olduğu algısı yaratılıp aslında henüz alma kararı vermemiş bir müşteride satın alma kararı aldırmaya yönelik ve bence ucuz reklamasyon faaliyetleri.

Gerçi hiç de temelsiz olmayan bu ön yargım (tecrübelerimle sabit çünkü) bu tarz kitapları almama her zaman engel olmuyor. Bu sefer de engel olamadı ve bu kıymetli çoksatan eseri okudum. Kötü bir kitap olduğuna hükmetmemekle birlikte ecnebi tabiriyle overrated yani abartılmış/şişirilmiş olduğunu söyleyebilirim. Yazımın bundan sonraki kısmının ciddi içerik verisi (spoiler) içeren ahkamlardan ibaret olduğunu hemen belirteyim ki, eğer kitabı “sürprizi bozulmadan” okumaya niyetiniz varsa bir uyarı olsun.

Kitabın roman süsü verilmiş bir kendine yardım kitabı olduğu tespitinde rahatlıkla bulunabiliriz. Yazarın daha önce yayımlanmış kitaplarını okumadım ancak kitapların isimlerine bakıldığında ( Yaşama Tutunmak İçin Nedenler ve İnsanlar, Zamanı Durdurmanın Yolları, Nevrotik Gezegenden Notlar …)onların da bu minvalde (psikoloji-kendine yardım soslu) kitaplar olduğu varsayımında bulunmak cüretkar olmayacaktır sanırım. Yazara ilişkin İngilizce wikipedia sayfasında roman yazarı ve gazeteci olduğu, kurgusal olan ve olmayan yapıtlar kaleme aldığı bilgisi bulunmakla beraber bu yazıyı yazdığım tarih itibariyle yer alan bilgiler arasında psikoloji eğitimi olup olmadığına ilişkin bir bilgi bulunmamakta. Buna karşın elimizdeki çalışmanın bir psikolog ya da psikiyatr tarafından yazılabilecek bir kurgu izlenimi verdiği yadsınamaz görüşümde ısrarcıyım. (Gülseren Budayıcıoğlu hanımefendinin kulakları çınlasın. Gerçi onun romanlarını okumadım yani bu tarz kitaplar olup olmadığını bilmiyorum, ancak son zamanlar da kendisi de popülarize edilen bir kişi olduğundan küçük bir gönderme yapmak istedim.)

Neyse asıl konumuza dönelim, dikkat ağır spoiler geliyor!

Romanımızın kahramanı sevgili müzmin başarısız, sükut-u hayaller abidesi, ürkekler düşesi, mutsuzluklar kraliçesi Nora’nın hayatını artık idame ettirilemez noktaya geldiğine hükmedip daha 30’lu yaşlarda bu ıstıraba son vermesi girişiminde bulunmasına neden olacak bir fatalitiy combosu sonucunda çıktığı fantastik yolculukta kendisine eşlik ediyoruz. Bir edebi eser tahlil ederken neden böyle gayri ciddi hatta sulu bir teşbih yaptığımı kızgın biçimde tenkit edenler olacaktır. Açıkçası kitabın dilinin son derece yavan, sanatsız olduğunu (belki de çeviriden kaynaklıdır orasını tam bilemiyorum, aslında bir eseri çevirmek onu baştan yaratmak gibidir, risk de içerir ama konuyu çok dağıtmamak adına bu konuda burada daha fazla ahkam kesmeyeceğim) ve edebi bir çalışmadan ziyade piyasa başarısına yönelik bir ajitasyon çalışması olduğunu, çaresiz ruhlara yola devam etmeleri için gereken ilhamı verme iddiasıyla son iki yıllık pandemi döneminde iyice ruhu daralan insanlığın bu bunalımlarına merhem arayışına oynayan bir ticari ürün olduğunu düşündüğümden, çok da ağdalı ve sanatsal bir eleştiri dili kullanmaya gerek görmedim.

Kuantum mekaniği ve paralel evrenler teorilerine de selam çakan bu fantastik hikayede Nora’nın olası yaşamları arasında hoplayıp zıplayarak pek de büyüleyici olmayan bir yolculuğa çıkıyoruz. Çocukluğumun çizgi filmi Kayıp Dünyalar ya da Zindan ve Ejderhalar tarzı bir fantastik hikayeden söz etmek mümkün değil yani.

Artık dibe vurduğuna hükmeden sevgili Nora’mız bir şişe reçeteli depresyon ilacını tepesine diker ve kendini gece yarısının sonsuza dek sürdüğü, saatin hep gece yarısı 00.00’ı gösterdiği Gece Yarısı Kütüphanesi denen yerde bulur. Kütüphanede geçmiş hayatından tanıdığı ve çocukluğunda önemli bir figür olan, ilk okulundaki kütüphane görevlisi Bayan Elm bu kez de Gece Yarısı Kütüphanesi’nin görevlisi olarak yıllar sonra (ve hiç yaşlanmamış halde) karşısında ona yardımcı olmak üzere bulunmaktadır. Bu koridorlar dolusu rafların sonsuza uzandığı kütüphanedeki sonsuz sayıdaki kitabın her birinde Nora’nın hayatı boyunca verme ihtimali bulunan tüm kararların neden olabileceği potansiyel hayat varyasyonları yer almaktadır. En küçük bir kararın dahi farklı verilmesi sonucunda ortaya çıkma ihtimali olan bambaşka hayat örgülerinin tamamı (bkz. Kelebek Etkisi nedir, ne işe yarar) bu kitapların kapakları arasında yer almaktadır. Nora’nın ilk okuması gereken, diğerlerinin bir kılavuzu, anahtarı mahiyetinde olan kitap ise kalın ve ağır “Pişmanlıklar Kitabı”dır. Bu kitapta bir pişmanlıkla sonuçlanan ve ruhunda birer yüke ve dimağında kıymıksı bir “acaba…”ya dönüşmüş tüm kararları yer almaktadır…

Nora’nın kitap boyunca Bayan Elm’le konuşmalarının bir terapist-danışan görüşmesi mahiyetinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bayan Elm’in Nora’ya yönelttiği sorular, Nora’nın görüşlerine karşı getirdiği argümanlar bir kütüphane memurunun değil profesyonel bir terapistin ağzından çıkabilecek son derece bilinçli olarak seçilmiş cümleler. Nora’nın acınası hayatının da uzman terapistler tarafından kaleme alınan kendine yardım kitaplarında, terapistlerin isimlerini değiştirmek suretiyle okuyucuyla paylaştıkları danışan öyküleri benzeri öyküler potporisinden ibaret olduğunu belirteyim. Elbette bu potpori 80’li yıllar Türk sinemasının Arabesk ajitasyon filmlerine ait çöp senaryoları gibi saçma sapan değil, gerçek kişiler tarafından (okur ya da potansiyel okurlar tarafından) yaşanmış ya da yaşanması son derece mümkün olan durumlar. Yazarın bir psikoloji/psikiyatri arka planının bulunup bulunmadığını merak etme nedenim de buydu.

Klişeler can sıkıcı derecede doğrudur.

Nora geçmişteki pişmanlık duyduğu kararlarını değiştirmek suretiyle yaşamının sürükleneceği farklı varyasyonlara gittikçe basit bir gerçekle yüz yüze geliyor; mükemmel bir yaşam olasılık dahilinde değil. Ayrıca şu klişe de kitapta defalarca yüzümüze vuruluyor, “Şer gibi görünen her şeyde bir hayır vardır”. Zira yazar her hikayeye ustaca(!) bir diğer daha büyük ve kaçınılamaz şer eklemiş. Mesaj şu, şer gibi gördüğün şeyler aslında daha büyük musibetlerin önüne geçmiş olabilir. Bizim kültürümüze yabancı bir sav değil bu elbette. Yine de son derece basit ve sıkıcı bulduğum bir mesaj olduğunu söylemeden geçmeyeceğim. (“Klişeler can sıkıcı derecede doğrudur!” lafı bana ait değil miydi yoksa?)

Hikayeden daha fazla detay paylaşmaya gerek yok ancak kitabın doğrudan söylememekle birlikte üstü örtülü biçimde savunduğu bir diğer fikir de şu, biz nasıl değerlendirirsek değerlendirelim, yaşanmış olan her şey, tüm olasılıklar içerisinde en mükemmel olanıdır. Yani aynı şeyi; alternatiflerden birinin gerçekleşmiş olmasının nedeni, diğerleri içinde en mükemmel olanı olmasıdır, şeklinde farklı bir biçimde de dile getirebiliriz.

Sonuç olarak yazar bize diyor ki; mükemmellik diye bir şey yoktur, bir şeyin sizin için doğruluğunu ve yanlışlığını, başarı ya da başarısızlığı, mutluluk ya da üzüntü verici olup olmamasını sizin bakış açınız belirler. Yaşadığınız sürece geleceğiniz boş bir sayfadır ve onu istediğiniz gibi yazmak, hayatta olduğunuz sürece, sizin elinizdedir. O nedenle hayıflanmak ve geçmiş kararlarınızı sorgulayıp geçmişe takılıp kalmak ya da daha iyi olacağına inandığınız ancak sadece hayalden ibaret bir geleceğe hapsolmak yerine sahip olduğunuz tek gerçek ana yani şimdiye sahip çıkın ve yaşam defterinizin kalanını istediğiniz gibi yazabileceğinizin farkına varın.

Kitabı belki biraz acımasızca eleştirmiş olabilirim ama bir çok NLP kitabının yaptığı gibi bir çok okura geçici de olsa bir gaz vereceğini, bu konuda çok fazla eser okumamış olması hasebiyle, bu kitabı klişe ya da overrated bulmayacak okurlar tarafından beğenilebileceğini de belirterek ahkamıma son vereyim.

Son not, kitapta en hoşuma giden yer son derece basit ve aslında büyük bir sır içermeyen ancak son derece anlamlı bir cümleden ibaret:

Hayatı anlamak zorunda değilsin. Yaşaman yeterli.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

Paunlamak için yıldıza tıklayın.

Ortalama Puan 3.3 / 5. Oy sayısı: 3

İlk oylayan siz olun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir